19 Mayıs 2014 Pazartesi

İLKELERİN AMAÇ VE SONUÇLARI

ATATÜRK İLKELERİNİN AMACI NEDİR?
Atatürk ilkelerinin amacı; Türk milletinin, aklın ve bilimin öncülüğünde en medeni ve refah seviyesi yüksek bir millet olarak varlığının devam etmesini sağlamaktır. Bu ilkeler Türkiye’yi çağdaş medeniyet seviyesine çıkarmayı amaçlamıştır.
Atatürk “…yurdumuzu en mamur ve medeni bir seviyeye çıkaracağız; milletimizi en geniş refah ve kaynaklarına sahip kılacağız; milli kültürümüzü muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız.” diyerek kısaca ilkelerinin amaçlarını belirtmeye çalışmıştır.
ATATÜRK İLKELERİNİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Atatürk'ün inkılâplarını gerçekleştirirken uyguladığı yöntemler ve dayandığı esaslar bir sistem içerisinde meydana gelmiştir.
Atatürk ilkeleri ilk bakışta birbirinden farklı gibi görünse de, gerçekte bir bütünü oluşturan ilkelerdir. Çünkü her biri, birbirinin devamını ve sonucunu teşkil etmektedir.
Atatürk ilkelerin ortak yönleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:
1. Atatürk ilkeleri kişilerin hak ve özgürlüklerini korumayı amaç edinmiştir.
2. Sorunları akıl ve bilimin kurallarına göre çözmeye çalışmıştır.
3. Demokratik kurallara uyma zorunluluğunu ön planda tutmuştur.
4. Başkalarına özenerek veya taklit ederek belirlenmemiş toplumun ihtiyaçlarını ortaya koyarak bu ihtiyaçlara cevap verebilmeye çalışmıştır.
5. Tüm sorunları bir bütün olarak değerlendirip birbirini tamamlayıcı çareler bulmayı hedeflemiştir.
6. Oluşturulan tüm ilkeler sadece bir ideal olarak ortaya koyulmakla kalmamış; siyasi, sosyal, hukuk ve ekonomik alanlarda hepsi uygulamaya konulmuş ve neticesinde başarılı sonuçlar elde edilmiştir.
ATATÜRK İLKELERİNİN DAYANDIĞI TEMEL ESASLAR NELERDİR?
Türk milletinin milli egemenliğe hâkim olma, sosyal, ekonomik, kültürel alanlarda modern bir toplum olma, çağı yakalama ihtiyacından doğan Atatürk ilkeleri önce kendini Milliyetçilik çerçevesi içerisinde göstermiş zamanla diğer ilkelerin oluşmasına temel teşkil etmiştir.
Atatürk ilke ve inkılâplarının dayandığı temel esaslar:
1. Vatan ve millet sevgisi,
2. Milli egemenlik,
3. Bağımsız ve özgür düşünce,
4. Ülke bütünlüğü ve bölünmezliği,
5. Türk toplumuna inanma ve güvenme,
başlıkları altında kısaca özetlenebilir.

DEVLETÇİLİK

DEVLETÇİLİK
Türk toplumunun ve devletinin ekonomik ve sosyal kalkınmasını gerçekleştirmek için devlet işletmeciliği ile özel sektör işletmeciliğinin birlikte ve uyum içinde çalışmasıdır.”
Devletçilik ilkesi; Atatürkçü düşünce sistemi’nin ekonomi teorisidir. Devletçiliğin ana hedefi, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınmasını ivedilikle gerçekleştirmektir. Devletçilik; devlet işletmeciliği ile özel sektör işletmeciliğinin birlikte ve uyum içinde çalışmalarını öngörür. Cumhuriyetin ilk yıllarında yeterli sermaye birikimi olmadığı için özel sektör tarafından yeterli yatırım yapılamamış, bu boşluğu devlet doldurmuştur.
Günümüzdeki güçlü ekonominin temelleri, cumhuriyetin ilk yıllarında devletçilik sayesinde atılmıştır. Devletçilik ilkesi sayesinde Türkiye ekonomisi, günümüzde, dünya sıralamasında 17 nci sırada yer almaktadır. Devletçilik anlayışı; özel sektör işletmeciliğine karşı değildir. Tam tersine Türk özel sektörü devlet eliyle oluşturulmuştur. Devletçilik ilkesi çerçevesinde, günümüzde devlet özel sektörün başarabileceği alanlardan çekilebilir.
Atatürk’ün devletçilik anlayışı, özelleştirmeye karşı değildir. Akıl, bilim ve toplumsal gerçekler özelleştirmeyi öngörüyorsa buna karşı çıkmaz. Devletçilik ilkesi çerçevesinde, devlet; stratejik ve altyapı yatırımlarından vazgeçemez. Devletin gap projesi, enerji santralleri, karayolları, demiryolları, limanlar, havalimanları , elektrik ve su projeleri yapması, özel sektörün yatırım yapmadığı bölgelere devletin yatırım yapması devletçiliğin ölmediğinin en güzel örnekleridir.
Devletcilik ilkesi, tum ulkelerin ortak amaci olan toplumun esenlik ve mutlulugunu saglayici toplumsal, ekonomik ve kulturel kalkinmada devletin ustlenmesi gereken gorevleri saptayan bir yontemdir. Genel cizgileri ile ozel girisimin yetki ve gucu disinda kalan ekonomik kalkinma ve orgutlenmeyi devlet eliyle ve araclari ile ggerceklestirmek ilkesidir.
Anayasamizin devletin gorev ve sorumlulukguna biraktigi, yerine getirmekle yukumlu oldugu bellibasli gorevleri saptayan maddeleri, devletin, ulusun bireylerinin ve tumunun esenlik ve mutlulugu ile ulkenin guvenlik ve bagimsizliginin korunmasi esaslarini kapsar.
Genel olarak her devletin temel iki odevi vardir: a. Ulke icinde guvenligi ve adaleti kurmak ve surdurmek, bu suretle yurttaslarin her cesit ozgurluklerinni dokunulmazlik altinda bulundurmak, b. Dis siyasal ve oteki uluslarla iliskileri iyi yoneterek, ulkede her cesit savunma guclerini, her an hazir tutarak ulusun bagimsizligini guvence altinda tutmak ve bu ugurda baska care kalmazsa, silahla savunmaktir.
Denebilir ki devletin olusturulmasinda amac bu iki temel odevin yerine getirilmesini saglamaktir. Cunku bu odevlerin yurttaslarin birey olarak yapmaga guclerinin yetmeyecegi islerdir.
Bunlardan baska devletin ilgilendigi bellibasli isler, bayindirlik, egitim, kultur, saglik ve sosyal yardim, tarim, ticaret ve sanayiye iliskin ekonomik etkinliklerdir.
Tarimla, tecimle, sanayi ile ekonomik islere devletin girmemesi, bireylere birakmasi gerektigi gorusunde bulunan kurama “bireycilik” derler. Ulusun genel ve ortak cikarlarina ait, siyasal ve dusunsel islerde oldugu gibi her turlu ekonomik islerin de bireylere birakilmayip devlet tarafindan yapilmasinin daha uygun olacagini savunan kurama da “devletcilik” denir.
Devletin temel iki odevinin yaninda ekonomik amacli odevler, dogrudan dogruya devletin zorunlu gorevlerinden gorunmemekle birlikte, ana gorevlerinin yerine getirilmesinde etkindirler. Vatandasin guvenligini ve esenligini her seyin basinda dusunmek ve saglamakla yukumlu olan devletin, ana gorevlerinin yerine getirilmesinde son derece etkili ekonomik amacli odevleri de bireylere ya da ortakliklara tumuyle birakabilmek icin, bu islerin devletin el koymasina ve yardimina gerek kalmadan yurutulecegine, devletin temel odevlerini yerine getirmekte guclukler yaratmayacagina guvenmesi gerekir.
Bu gibi islerde, bireylerin kurmaya olanak bulamayacaklari genis ve guclu orgutler gerekebilir. Ya da bu gibi islerde yeterince cikar elde edemeyecekleri icin, o islerden vazgecerler. Oysa ki o isler, ulusca yasamsal bir onem tasiyabilir. Iste devlet onu yapmak zorunda bulunur.
Devletin, bireye gore amaci cok farkli bir ozellik tasir. O, toplumun ortak cikarini ve ilerlemesini dusunur. Bireyleri, ozel cikar hirsindan ne olcude uzaklastirmak olanaklidir, dusunulmeye deger.
Anayasamizda da yer alan bu ilkenin, ozellikle halkcilik ilkesini butunleyici, halkcilik ilkesinin gerceklesmesini saglayacak bir yontem oldugu gozden uzak tutulmamalidir. Bu ilke, yuzyillar boyu saglanmis teknik gelismeleri, sanayii kisa surede yurtta saglamayi istemekte, ona calismakla birlikte, bunlari basarmis ulkelerin, yaptiklari buyuk yanlisliklara, icine dustukleri buyuk zorluklara ve celiskilere ugramamak icin ortaya konmus ve Ataturk tarafindan gerceklestirilmeye baslanmistir. Ataturk ilkeleri arasinda ozel bir yer tutan devletcilik, ulus birligini, ulus butunlugunu siniflara parcalamamak; bu siniflar arasinda ulus varligini sarsan, yipratan catismalara, karsitliklara dusmemek amacina yoneliktir.
Devletcilik ilkesi, devlet ile bireyin etkinlik alanlarini saptarken ozel ve bireysel ekonomik girisim ve etkinliklere set ceken, onlari yok eden bir yontem degil, ilke olarak devleti bireyin yerine koymamak, fakat bireyin gelismesi icin genel kosullari hazirlamak ve bireyin kisisel etkinligini ekonomik ilerlemenin ana kaynagi olarak gormek anlayisidir.
Kurtulus Savasimiz, “birlik ve dayanisma” ile anamalciligin somurgeciligine karsi kazanilmisti. Genc Turkiye Cumhuriyeti de bu birlik ve dayanismayi toplumun gelismesi atilimlarinda gerceklestirmek zorundadir. Nasil, cumhuriyet yonetiminin kurulus baslangicinda somurucu, anamalci ve isci siniflari yoksa, cagdas uygarlik yolundaki gelismelerde de sinif karsitliklarina, catismalarina dusmeden toplum yapisinda ekonomik ve kulturel dengeler saglamak da devletciligin amaclari arasindadir. Devletciligin bu anlamda uygulanisi, cagimiza ve gelecege uygun ozgun bir girisimdir. Ataturk devletciligi, Turk ulusu icin oldugu kadar, onun durumunda olan egemenlikleri, ozgurlukleri icin savasan, anamalci ulkelerin somurulerinden kurtulmak cabasinda olan uluslar icin de toplumsal bir kosul, bir gerekirciliktir.
Devletcilik ilkesi, dogumu, denemesi, uygulanmasi ile ulusal; amaci ve gelecegi ile evrenseldir.



DEVRİMCİLİK

DEVRİMCİLİK
Bu açıklamalarımla ulusal yasamı sona ermiş varsayılan Büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını ve bilim ve tekniğin en son esaslarına dayalı ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım, diye değindiği çağdaş devlet kavramıyla devrimcilik ilkesinin şaşmaz işaretini veriyordu.

çağdaş devleti kuran bir ulusun çağdışı niteliklerden kurtulması gerekirdi. İste Türk ulusunun, çağdışı niteliklerden kurtulmak, çağdaşlaşmak için giriştiği atılımların tümü devrimcilik ilkesinin kapsamı içine girer.
Devrim sözcüğünün Su ya da bu anlama geldiğini tartışmanın devrimcilik kavramının anlamını değiştirmeye bir yararı yoktur. Devrimcilik Atatürk’ün Türk ulusunu çağdaşlaştırmak için giriştiği eylemlerin tümünün, tek ve değişmez amacıdır.
Türk ulusunu son yüzyıllarda geri bırakmış olan kurumları yıkarak yerlerine ulusun en yüksek uygarlık gereklerine göre ilerlemesini sağlayacak yeni kurumları koymuş olmaktır tümcesiyle tanımlamış olduğu devrim atılımlarını gerçekleştiren Atatürk, ulusu ve toplumsal ortamı hazırlamak yöntemini uygulamıştır.
Devrimcilik bu ana yönteme uyarak yalnızca çağdışı kurumları yıkmak yerine, çağdaşlarını kurmakla yetinmemek, ulusu çağdaşlaşmanın gerektirdiği yeni kurumlara bilimin ve uygarlığın kılavuzluğunda çağdaş değerlere kavuşturmaktır. Bu bakımdan devrimciliği dar anlamda yıkıp yapmak sınırları içinde düşünmek, onun biçimsel yönünü görmekten ileri gitmeyen bir dar görüşlülüktür.
Devrimcilik devrime konu olan eylemlerin türüne niteliğine göre bir atilim sureci saptamaktır. Atatürk bu sureci saptamakta essiz bir basari göstermiştir.
Devrimcilik Atatürk ilkelerinin hemen hemen tümüyle birleşir. Bütün ilkelerin ya neden ya da sonuç olarak devrimcilikle sımsıkı bir ilintisi vardır. Bu bakımdan devrimcilik, Atatürk ilkelerinin tümünü gerçekleştirmeye, korumaya ve yaşatmaya kesin kararlılıktır.
Devrimcilik gerçek anlamıyla Türkiye Cumhuriyeti halkını bütünüyle çağcıl ve Bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplumsal kurul (heyeti içtimaiye) durumuna vardırmaktır. Devrimcilik, devrim atılımlarını yalnızca biçimsel yanıyla dondurup yüce anlam ve amacını yitirenlerle savaşmaktır. Devrimcilik, ulusun ve ülkenin yücelmesi için sürekli caba göstermektir. Çünkü devrimler baslar ama devrimin bitişi diye bir şey yoktur. Başlamak ve bitmemek gerek doğada, gerek toplumda devrimin, evrimle benzer olan ortak yasasıdır.

LAİKLİK

LAİKLİK
Laik kelimesi Yunanca laos ismi ve laikos sıfatından gelir, Latincesi laicus’tur. Laos: halk, kalabalık, kitle demektir ve zıddı kleros’tur. Laikos: halka ait, ruhban olmayan demektir. Laicus: dinsel olmayan demektir. Lâiklik, Osmanlı döneminde Ziya Gökalp'in Lâ-dinî (dinsel olmayan), Ahmet İzzet Paşa'nın la-ruhbanî ve Ubeydullah Efendi'nin İş Hükümeti deyişleri ile açıklanmaya çalışılmış olup bir süre kullanılan lâyisizm deyişi yerini tümüyle lâiklik terimine bırakmıştır. Laos/kleros karşıtlığı MÖ 3. yüzyılda, din yönetiminde iki sınıfı belirtmek üzere kullanılmıştır. Hıristiyanlığın ilk yüzyılından itibaren kilise adamlarına klerikoi (Latince clerici), bunların dışında kalanlara laikoi (Latince laici) denilmiştir. Bu adlandırma, ruhani ve cismani bir ikiliğe de işaret eder. Yeniçağda laik terimi, felsefi ve hukuki, siyasal bir anlamla genişleyerek devlet ve din ilişkilerine ait bir tarzı ifade etmeye başlamıştır . Fransa’da 3. cumhuriyette laicisme kelimesi dile girmiştir. İngilizcede, papazdan başka bütün halka lay, laity denir ve laic, secular kelimeleri de cismaniliği ifade eder. Latince saecularis’ten gelen secular, özellikle İngiliz ve Alman toplumunda kullanılır.
Siyasi anlamı üzerindeki tartışmalarda ise laiklik, liberalizmin fikri kaynaklarından biri sayılır ve siyasi kudretin dini kudretten ayrılmasını ifade eder. Teokratik devletten demokrasiye geçerken devlet otoritesiyle din otoritesi sınırlandırılmış, laiklik klasik demokrasinin gerekliliğinin bir icabı olmuştur. Buna göre kavram, çağdaşlaşma ve insan hakları ile yakın bağlantılıdır.
Hukuki tanımlara göreyse en yaygın tanım, devlet ile din işlerinin ayrılmasıdır.' Devlet, bir dine inanıp inanmama meselesini özel bir problem sayar, fertlerinin sadece maddi yönüyle ilgilenir, kendisi devlet olarak hiçbir dini taşımaz, hiçbir dini ayine iştirak etmez, fakat fertlerin her türlü dini serbestliklerini kabul eder. Devlet, dini esaslara dayanan kanunlar yapamayacağı gibi, bütün dinlere eşit mesafede durur ve hiçbir şekilde dinlerin ibadet hüküm ve kurallarına müdahale edemez. Bununla birlikte din adına devlet düzenini bozacak davranışları önlemekle yükümlüdür.
Atatürk'e göre lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürluğü de demektir.[1]
Kavramın tarihsel gelişimi Katolik Avrupa ile Anglosakson Avrupa arasında bir nüans yaratmıştır. Katolik ülkeler laik, diğerleri sekülerdir. Laik ülkelerde daha çok din devletin denetimi altındadır; buna mukabil seküler ülkelerde din ile devlet özerk iki alandır. Protestan ve Anglikan ülkelerdeki sekülerizm, günlük hayatı belirleyen dünyevi bir yaşama tarzını ifade eder ve dünyevi işlerde dini dışarda bırakmak anlamını edinir. Bu ülkelerde milli kiliselerin Roma Kilisesinden ayrılmışlığı, Kraldan ayrı özerk kurum oluşu da kavrama etkinlik kazandırmıştır. Bu aynı zamanda uluslaşma ve burjuvazinin ortaya çıkışıyla da ilgilidir. Laikliğin Bizans sezaropapismine ve elitist hakimiyete, sekülerizmin ise Roma paganlığına ve vicdan özgürlüğüne yakın olduğu belirtilmiştir.
Devlet ve din arasındaki ilişkilere bir temel sağlayan laiklik, bu ilişkiler açısından üç özellik gösterir: Devlet dine bağlıdır (teokrasi, Tibet); din devlete bağlıdır (imparatorluk, BizansOsmanlıİngiltereRusya); ikisi de özerktir (demokrasi, ABD,AvustralyaBelçika). Laik devleti Duguit şöyle tanımlar: “Din konusunda kendisi tarafsız olup, mensupları bir dini taşımakla birlikte kendisi devlet olmakla hiçbir dini özellik göstermeyen ve hiçbir din ayini yapmayan ve kendi namına yaptırmayan devlet.” Bugün bütün dünyada, cismani ve ruhani ayrılık anlamındaki temel ilkeler kabul görmekle birlikte, her devletin toplumuna ve kültürüne has özellikler de kavrama girmiştir. Atatürk'e göre “her faydalı ve yeni şeye karşı çıkmak irticadır”. İrtica, devletin laikleşmesiyle ilgili olarak kanun koyucunun hukuki normlarına aykırı hareketler, devletin dayandığı ana değerlere aykırı görüşleri bu açıdan etiketlemesi şeklinde tanımlanmakla beraber, dini kamuoyundaki dini vecibeleri yerine getirme davranışları ile bu anlayış sıklıkla karıştırılmakta, hatta seçimle işbaşına gelse dahi eğer bu aykırılık görülürse devlet en başta ordu kurumu olmak üzere müdahale edebilmektedir. Burada devlet, demokratik açıdan her türlü düşünceye geçit verse bile, bu düşüncelerin dine dayanıp dayanmadığı noktasında laikliğe aykırı hareketler kapsamında irticayı temel terim olarak benimsemiştir.

MİLLİYETÇİLİK

Atatürk milliyetçiliği,
 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde ve Atatürk İlkelerinde de belirtilmiş olan, din ve ırk ayrımı gözetmeksizin, ulus tanımını dil, kültür ve siyasi birliktelik değerlerine dayandıran milliyetperverlik anlayışıdır.[1]
Fransız İhtilali'ni takip eden yüzyıl boyunca Avrupa'da imparatorluklar bir bir bölünmüş ya da yıkılmış yerlerine ardı sıra milli devletler kurulmuştu. Osmanlı Devleti de bundan nasibini almış, Balkan devletleri isyanlar çıkararak bağımsız yeni milli devletler haline gelmişti. Batılı devletlerin baskısıyla Osmanlı Devleti karşısında savaşta mağlup olduğu zamanlarda bile topraklarını genişleten Yunanistan, Sevr Anlaşması eğilimleri çerçevesinde bu sefer de 1919 yılında Anadolu'nun işgaline başlamıştı.
Osmanlı aydınları Tanzimattan sonra Osmanlı milliyetçiliğini savundular, bazıları ümmetçiliğe yöneldi ancak aynı ümmetten olan Arap kavimleri de dış kışkırtmaların da etkisiyle Osmanlı Devleti'nden ve birbirlerinden bağımısız devletlere bölündüler. Dünya Türkçülüğü'nü savunan Turancılık fikri de İttihat ve Terakki Partisi mensuplarınca benimsenmiş milliyetçilik akımlarından biriydi. Enver Paşa bu hayal ile Tacikistan'da öldü.
Atatürk bu akımlardan hiçbirine değer vermedi ve daha sonradan 1982 Anayasası'nda Atatürk Milliyetçiliği olarak isimlendirilen Atatürkçü-Milliyetçi görüşü ortaya koydu.[2]
Afet İnan, öğrenim gördüğü Fransız Lisesindeki tarih kitabını Mustafa Kemal Atatürk'e gösterir. Kitapta Türklerden "ikinci dereceden sarı ırktan, istilacı barbar kavim" olarak söz edilmekteydi.
19. Yüzyıl Avrupa'sında geliştirilen ırkçılık ve beyaz ırkın üstünlüğü tezleri Avrupa milletlerini üstün görüyor ve kendi tarihine kaynak olarak özgün uygarlığın beşiğinin Yunanistan olduğu efsanesini ortaya atıyordu. Batılı ırkçı akımların tesirinde yazılan tarih kitaplarının Türklere yaklaşımı göçebe, istilacı barbarlar şeklindeydi. Batılı tarihçiler M.Ö. 5000 yıllarında Anadolu ve Mezopotamya ve Asya'da ortaya çıkan medeniyet izlerinin keşfinden önce, Antik Yunan Medeniyetini kendi medeniyetlerinini odağına oturtuluyordu.[3][4][5]

Atatürk
’e göre Avrupa uluslar topluluğunun fiziki sınırlar dışında, bu sistemin üstünlüğüne karşı mücadeleler mutlaka ulusçu nitelikte olmalıydı.[8] Atatürk’ün amacı ulusal ve savunulabilir sınırlar dahilinde, bir Türk ulus-devletini kurmak için Türk milliyetçiliğini öne çıkarmaktı. Atatürk milliyetçiliği din ve ırk ayrımından uzak, ortak yurttaşlık temelindedir. Ortak mazi, lisan, ahlak, kültür ve hukuk Türk Milletini oluşturan temellerdir. Atatürk'e göre, milli hudutlar içindeki "Türk Milleti'ni, etnik kökenlerine göre ayrıştırmak birkaç düşman aleti beyinsiz, mürteciden başka hiçbir millet ferdi üzerinde üzüntüden başka bir tesir bırakmamıştır".[9][2]Çok kitap okuyan ve tarihe ilgisi olan Mustafa Kemal Atatürk, bilimsellikten uzak ve ırkçı yaklaşımla yazılmış batılı tarih kitaplarından rahatsız olmuştu. 1929 ve 1930 yıllarında iki gece hiç uyumadan üzerine notlar alarak ciltler dolusu kitap okuduğu oluyordu. Yeni çıkan yabancı kitapları veya bunların özetlerini uzmanlara çıkarttırıp okuyordu.[6] Atatürk, H. G. Wells'in "Dünya tarihinin Ana Hatları" eserini bitirince hemen Türkçeye çevrilmesini istedi.[7]Tarihteki Türk uygarlıklarının, medeniyetlerin kaynağı olduğu anlatılan liselerde 1931-1939 yıllarında ders kitabı olarak okutulan 4 ciltlik Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserin yazılması için Türk Tarihini Tetkik Cemiyetini görevlendirdi.
Yazar Paul Dumaont'a göre Kemalistlerin anlayışına göre milliyetçilik, temelde Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü korumayı ve ülkenin birliğini tehdit edebilecek ayrılıkçı akımları engellemeyi amaçlıyordu.[10] Recep Peker 1931 yılında bu sorunu şöyle anlatıyordu:

HALKÇILIK

Halkçılık İlkesi-
Atatürk’ün Halkçılık İlkesi ve Özellikleri:Halk, belirli bir zamanda bir ülkede oturan, yazgısını, mutluluğunu o ülkeye bağlamış olan insanların bütünüdür. Türk halkı dendiği zaman, Türkiye’de yaşayan, devlete bağlı, mutluluğunu bu ülkenin mutluluğuna bağlı gören insan topluluğu anlaşılır. Atatürk’e göre millet ile halk arasında yakın bir ilişki vardır. Atatürk, bu düşüncesini “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir.” Sözüyle açıklamıştır. Halkçılık, halkın halk tarafından yönetimidir. Yani millî egemenliği esas alır. Bu anlayış ile halkın kanun önünde eşitliği ve idarede söz sahibi olması sağlanır. Halkçılık, Atütürkçü Düşünce Sistemi’nin, milliyetçilik millî egemenlik ve tam bağımsızlık ilkeleriyle birlikte, Millî Mücadele’nin ilk günlerinden beri üzerinde önemle durulan bir unsurudur. Yeni rejimin temel ilkelerinden biridir.

Halkçılık, hürriyeti ve toplumsal uzlaşmayı öngörür. Halkçılık ilkesinde, insanların belli bir düzen ve disiplin içinde özgürlüklerini kullanmaları ve eşit şartlarda bütünleşmeleri esastır. Halkçılık ilkesi ile cumhuriyetçilik ve milliyetçilik ilkeleri arasında önemli bağlantılar vardır. Atatürk, halkçılığı demokrasi ile eş anlamlı olarak görmüştür. Bu görüşünü “Demokrasi esasına dayanan hükûmetlerde egemenlik halka, halkın çoğunluğuna aittir.” Sözüyle ifade etmiştir. Halkçılık, milliyetçilik fikrinin bir sonucudur. Milliyetçilik idealleri etrafında, toplumun birliğini sağlama vasıtasıdır. 


Halkçılık ilkesi ile toplumun bütün fertleri kanun karşısında eşit sayılmış, hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınmamıştır. Halkçılık ilkesinde bütün vatandaşlar devlet hizmetlerinden eşit şekilde faydalanırlar. Atatürk, bu konuyu “Bizim düşüncemizde; çiftçi, çoban, amele, tüccar, sanatkâr, asker, doktor kısaca herhangi bir sosyal müessesede çalışan bir vatandaşın hak, menfaat ve hürriyeti eşittir.” Sözüyle açıklamıştır. Bir sosyal hukuk devletini amaçlayan halkçılık ilkesine göre, millî gelirin adil bir şekilde dağıtılması esastır. Halkçılık ilkesi ile bütün vatandaşlar uğradıkları bir haksızlık karşısında kanunların kendilerine verdiği haklarla, haksızlıklara karşı çıkabilirler.

CUMHURİYETÇİLİK

Cumhuriyetçilik nedir?

Cumhuriyetçiliğin kelime anlamı : “Yönetim biçimi olarak millet egemenliğine dayalı, cumhuriyet rejimini öngörmek ve bunu bir yaşam biçimi olarak benimsemektir.“ Batı dillerinde Cumhuriyetin karşılığı ise, ulusun kendi kendisini yönetmesi olarak bilinmektedir.
Atatürk, Cumhuriyet için; “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare” ifadesini kullanmıştır.
Türk devrim sürecinde 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanı olmuştur.
Cumhuriyet yönetimi 1923 yılından itibaren anayasaya eklenmiştir ve anayasanın birinci maddesidir. Anayasanın ikinci maddesinde de Cumhuriyetin nitelikleri belirtilmiştir. Buna göre, Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.
Atatürk demokratik cumhuriyeti benimsemiştir. Bununla ilgili olarak “Demokrasinin tam ve en belirgin şekli cumhuriyettir” demiştir. Aynı zamanda Atatürk, Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet ederek ülkenin sürekli yenileşme ve çağdaşlaşma içinde olmasına çalışmıştır.

Cumhuriyet'in tarihçesi

Cumhuriyet kelimesi Arapça kökten 18. yüzyılda Osmanlı Türkçesinde türetilmiş bir isimdir. Arapça cumhur kökü "bir araya toplanma, topluluk oluşturma", bu kökten türeyen cumhur ise "cemiyet, toplum, kamu" anlamına gelir. 18. yüzyıl Avrupa'sında monarşi ile yönetilmeyen Hollanda, İsviçre (ve 1789 Devrimi sonrasında Fransa) gibi ülkeleri tanımlayan Latince respublica ile Fransızca république sözcüğünün türkçe çevirisi olarak benimsenmiştir. Latince res publica klasik kullanımda "kamusal olan" anlamındadır. Bir topluluğa onların birleştirmek suretiyle halk olma özelliğini kazandiran, kamusal nesne anlamına gelir. Bu hal monarşiye karşı, devlet başkanının halk tarafından seçildigi ve halk iradesince meşrulaştırıldığı devlet şekli anlamında kullanılmıştır. Osmanlı Devletinde Cumhuriyet fikri ilk kez 1870'li yıllarda Genç Osmanlılar ve Mithat Paşa tarafından (açıkça savunulmaksızın) tartışılmıştır..

Cumhuriyetçiliğin özellikleri nelerdir?

1- Halkın kendi kendisini yönetmesi ilkesine dayanır.
2- Çok partili sistemi öngörür.
3- Türk İnkılabının siyasal görünüşüdür.
4- Cumhuriyet yönetimlerinin temeli seçimdir.
5- Egemenliğin halka ait olduğu tek yönetim biçimidir.
6- Cumhuriyet rejiminde yasaları koyacak kişiler, yani meclis seçim ile belirlenir.
7- Sınıf ve cins ayrımı olmaksızın herkesin yönetime katıldığı yönetim biçimidir.